Yayın yok.
Yayın yok.

arties014 SOLD OUT

arties014 SOLD OUT
art.number014 tuval üzeri yağlıboya 30*40cm.

Home Office lerde Vİctorian Stilin yeniden doğuşu

Ağır ve asil Victoryen hava modadan sonra dekorasyon ile yüzyıla yeniden ayak basma hevesinde...
Ondokuzuncu yüzyılın İngilteresi’nden dünyaya yayılan ağır ve asil Victorien stil, ilk dönüşünü 1930’ların sonunda modern zamansızlığın Coco Chanel’ini bile cazibesiyle büyüleyerek yapmıştı. Günümüzde şiirsel mekanlardaki koyu romantik Rönesans möbleleri ile Gotik renk paletleri bizleri Victoryen çağın; tekrar canlandığı1980’lere, Fransızların “Belle Epoque” olarak adlandırdıkları son dönemlerine götürüyor. Adeta uzun süren bir bahçe partisinin bitmek tükenmek bilmeyen bir melodisi gibi bu sezon, tüm aksesuarlarıyla bizi takip etme telaşında tüm mekanlar. 19. yüzyılın son dönemlerine hakim olan Victoryen tarz bu yüzyılda da peşimizi bırakmayacak gibi. Belki daha önce olduğu gibi Edvardian döneminin takip etmeyeceğini bilsek de geri gelen bu akım her yerde şimdiden bizi cezbeder nitelikte. 
Kraliçe Victorya İngiltere’de 1837’den 1901’e dek kraliyet tacını taşımasının ardından tahtından iner inmez 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren Victoryen kelimesi riyakarlık, seksüel baskı ve burjuva tutuculuğuyla eş anlamlı hale geldi. Victorya’nın tahtta geçirdiği 64 sene çelişkilerle dolu romantik bir dönem olarak tarihe yazıldı.
Bizler de home office olarak kullanılanmayı düşlediğimiz salona girdiğimizde; dönemin renklerinden fildişi, narçiçeği kırmızısı, yeşil ve buz mavisinin soğukluğu ile koyu ahşap tonlarının mekandaki hakimiyetini seziyoruz. Seçilecek olan büyük yemek masası, takiben toplantı masası olarak da kullanılabilir nitelikte. Özenle seçilen mermer tablalı, cabriole stili ayakları ile tercih ettiğimiz masamızın etrafını Phillipe Starck’ın Kartell ‘La Marie’ pleksi sandalyelerini özellikle kullandığımız şeffaflık ile antika masayı daha iyi gözler önüne sergileyebilme şansını yakalıyoruz. Mekanın en kült parçası olarak seçilen yemek masasının antika olarak tercih edilmesindeki en büyük etken heykelimsi tavırlarını odada ön plana çıkarma arzusudur. O dönemin reform sever Pre-Raphaelistleri gibi bu yüzyılın dahisi Phillipe Starck pleksi sandalyeleriyle bizlere bir dirhem gönderme yapadursun, kendimiz yine görkem arayalım teatral mekanlarımızda. Ardında da mekanın odak noktasına yerleştireceğimiz rahat ve geniş kanapenin üzerine yerleştireceğimiz el işi işlemeli yastıklarla gelenlere evlerindeki rahatlığı hissettirelim. Etrafına da dizeceğimiz Gotik veya Rönesans sandalyeler ile mekandaki oturma grubumuza çeşitlilik katabiliriz. Çeşitli yerlere serpiştirdiğimiz küçük yuvarlak kahve masalarının yüzeyinden yerlere dökülen dantel masa örtülerinin üzerine antika çin porseleni biblolar ile birkaçı gümüş, birkaçı kristal candellier’ler zarif-ince mumlarıyla heykel kıvamında dururken, bunun devamında fildişi rengine boyanmış odanın diğer duvarlarında Candellier aplikler bir devam hissi uyandırsın bizlere. Ayrıca eksik etmediğimiz porselen abajurlar odada kullanılacak olan indirekt aydınlatma için tercih edilmeli.Kanapenin karşısına yerleştireceğimiz yine antika olan sekreteryanın üzerinde laptopumuz dursun, incecik-yassı bir kitap gibi. Masa üzerlerinde büyük boy vazoların içlerini taze çiçekler ve odaya verdikleri taze ferah koku ile süslemeli. 
Duvarların sadece biri kırmızı olabilir, tabii yeterince cesaretiniz var ise... Vintage fotolar, antik aile fotoğrafları, Hollandalı ressamlara ait portre ve peysaj yağlıboya tabloların reproduksyonları (yeterince şanslı iseniz tabii kendileri) ve Victoryen stili porselen tabaklar duvarlarda yer bulurken daha hafif bir etki için floral desenli duvar kağıtlarını da tercih edilebilirsiniz kararsız kaldığınız kırmızı duvarın yerine. Sadece tek bir duvar Victoryen stilini anmak adına yeterlidir aslında. Bu seçilmiş duvar odanın en büyük duvarı tercihen de penceresiz yalın en geniş duvarı olmalıdır. Bu duvarda Asya motifleri veya floral desenli alçak dolapların bazıları içki dolabı olarak, diğerleri de dosya dolabı olarak kullanılabilir. Kıymetli tabloların altındaki komodlara gizlenmiş dosyalar, bir şekilde gözlerden ırak tutulması ile mekandaki karmaşa hissini uzaklaştırıverir bizlerden. Ayrıca dönemin büyük şapka kutuları arşiv olarak da neden kullanılmasınlar ki. Kutular içlerindeki karmaşayı gizlemekte ustadırlar. Arşivlerin karışıklıklarını gizlemek için kullanılabilirler. Fildişi renginde boyanmış odanın diğer duvarlarında tercihen kullanılan büyük boy eskitilmiş yüzeyli aynalar mekanı olduğundan daha aydınlık ve daha geniş gösterme hevesinde olurlar. Dar alanlarda özellikle antrelerde tercih edilme sebebi işte bundandır. Hafif açılı asılmaları gerekir. Kitaplıklarda kitap raflarının arka duvarını komple ayna kaplarsanız mekandaki belli belirsiz derinliği yakalamış oluverirsiniz. Tüm bu antika karmaşasını dengelemek adına duvar renginde düz storlar pencerelerimizi örtebilir. 
Yerde ise koyu renk cilalanmış masif parkenin üzerinde düşünülmeden bırakılmış oryantal el dokuması halı veya siyah üzerine büyük floral desenli kilimler yer almalı. Bunların yanında yer yer reform niteliğindeki modern dokunuşlar ile güçlendirilmeli mekanlarımızdaki Viktoryen stili. 
Ve ardından Kardinal paltolarımızın yerleri öpen uzun eteklerini savurarak yürüdüğümüz büyüsel mekanlar yaratmanın peşinde mekanın diğer odalarını dekore ediverelim...
25 Ocak 2006

arties.002

arties.002
art.number.002 varaklı kumaş üzeri akrilik 130*150cm.

Kristal soğukluğunda kar taneleri ile donatilmiş kış masalları

Yaşam alanlarımızı, modern zamanın ‘`feng shui master`` ları ile dekore etmek son çılgınlıklarımız arasında. Kişiye özel yapılan dekorasyonlarda insana dair ipuçlarını astroloji haritaları, feng-shi ve elementler yardımıyla bulma çabalarımız mevsimlere göre değişen dekorasyon anlayışımız
Eğer bir su elementi insanı iseniz… Bunu Çin astrolojisi, burcunuz veya bir Feng Shui Master’ınız yardımıyla belirleyebilirsiniz. Horoskobunuza göre yengeç, akrep, balık burcuysanız zaten bir su burcusunuz. Çin astrolojisine göre olan ekstra sonuçları incelemek ise size kalmış küçük bir detay. Feng Shui ye göre zenginlik sembolü olan su elementi doğru yönde ve dengeli bir şekilde kullanılırsa bereket getirir. Ateş elementi gibi çok güçlüdür.Ve kontrol edilemezse zarar verir
Su insanı bilinen tüm felsefelerin yaratıcısıdır. Dünyayı değiştirmek, güzelleştirmek ve gizemi dağıtarak gerçeği bulmak ana amaçlarıdır. Akarsu gibi önüne set çekilse de durdurulamaz. Eninde sonunda kendine akacak yer bulur ve akmaya devam eder. Su aynı zamanda şekilsizdir. Hangi kaba girerse onun şeklini alır. Su insanı da böyledir. Her ortama ve her şekle bürünür. Bıkmadan, yorulmadan yaşamı araştırmak, geçmişi irdeleyerek bugünü anlamaya çalışmak ve yarının daha iyi olması için yeni yaşam biçimleri üretme peşinde koşmak için vardır. 
Çok güçlü bir bellekleri vardır, çok duygusaldırlar. Çinliler suyu iki aşamaya ayırırlar;durgun su ve hareket eden su. Azar azar damlayan su gibi olan birisi her zaman evde oturacak ve dışarı çıkmayacaktır. 
Ayakları fazla hareket etmeyecek ve kafasında pek fazla düşünce olmayacaktır. Fazla heyecanlı bir ev hanımı bir şelale gibi olabilir, gün boyunca pek çok etkinlikte bulunur; birçok yere gidiyormuş gibi görünür, ama sonunda kendini mutfakta misafirler için yemek yaparken bulur. Benzeri biçimde bir su pınarı da fazla uzaklara gidemez. Bu kişi çok aktiftir, ama tekrar ve takrar aynı şeyi yapıp durur. Akarsuya benzeyen birisinin dış dünyayla çok daha fazla bağlantısı vardır, ama karşısına çıkan engeller dikkatini dağıtır. 
Durgun su iç görüyü ve zekayı yansıtır. Kuru bir kuyu düşüncesiz, dar görüşlüdür, herşeyi dar bir tünelden bakıyormuş gibi görür. Bu kişinin chi’si kafasında dolaşmaz, onun için düşünceleri çoğunlukla yanlıştır. 
Bir havuz küçük ama berraktır, bu kişinin zeki , çabuk kavrayan birisi olduğunu ama ilgi alanının sınırlı olduğunu gösterir. Bir su deposu geniş ve açıktır, ayı yansıtabilecek kadar durgundur, çok zeki, aklı başında ve derin düşünebilen birisidir.
Kış mevsimini ve kuzeyi simgeleyen su insanlarının evlerinde siyah, mor ve koyu renkler mekana hakimdir. Amorf ve asimetrik şekillere olan tutkuları onların herkesi şaşırtacak objeleri almalarına sebep olur. Havuz, çeşme, yapay göletler ve organik mimari onlar için ev satın alırken çok önemlidir. Eğer evleri müsait değilse havuz yerine mutlaka jakuzileri ve banyoları onlar için birinci sıradadır. Bununla da yetinmezlerse akvaryumları olur.
Aksesuar olarak Venedik aynaları, gümüş şamdanlar, kristal kadehler, dekoratif cam küreler, nehir, ırmak, göl, deniz, okyanus konulu tablolar beyaz ve mavi olan herşey, ayrıca mekanın ana hatları içinde koyu renk mobilyalar, loş ortamlar, endirekt aydınlatma için birinci derecede tercih edilecek kristal abajurlar –lambaderler su insanı evi için biçilmiş kaftan olacaktır. Bilinen tüm felsefelerin yaratıcısı olan su insanlarının dünyayı değiştirmek, güzelleştirmek ve gizemi dağıtarak gerçeği bulmak amacıyla dekore ettikleri mekanlar her zaman su berraklığında gözükür gözümüze. 
Yin elementinden dolayı dişi enerjiye sahip olan su insanlarını hüzünlü bakışlarının ardından dünyaya ve bize su tanecikleri kadar saf göz kırpar buluruz. Bizlerin gözünde ise evleri Karlar Kraliçe si masalını andırır.
08 Mart 2006

arties027detail

arties027detail
art.number027detail

arties001

arties001
ART.NUMBER001 VARAKLI KUMAŞ ÜZERİNE AKRİLİK 130X150cm.

Porselen bebekler ve porselen suratlardan sonra..Porselen buhurdan,gülabdan ve Türk kapları

Osmanlı saray hazinesinin değerli bir bölümünü oluşturan Avrupa porselenleri, dönemin yalı, konak, köşk ve sahil saraylarından günümüze,sonra müzayedelere ve en sonunda da evlerimizde koleksiyonlarımızın nadide parçaları olarak yerini aldı


Porselen; Latince istridye anlamına gelen porsella sözcüğünden gelir. İlk porselenin Çin de Tang sülalesi döneminde üretildiğini biliyoruz. Sung ve Ming Hanedanlığı döneminde kalitesiyle doruğa ulaştı. Porselen yapımının sırrını, ülkelerinin dışına çıkarmamaya özen gösterseler de, yüzyıllar sonra Almanya'nın porselene damgasını vuracak bir fabrika açmasına engel olamadılar. Yüzyıllar boyunca kıtalararası bir ticaretin konusu olmuş, sırrını öğrenmek uğruna servetler harcanmış, en nadide hediye addedilmiş, saray koleksiyonlarında vazgeçilmez yerini daima korudu porselen. 1710 yılında Almanya’nın Meissen kentinde ilk Avrupa porseleninin yapılmaya başlanmasıyla, porselen sanatı ve ona ilişkin ticaret yeni bir boyut kazandı. Bunun yanında ilk kez İtalya’nın Faience kentinde üretildiği için ''fayans'' tabir edilen seramikler porselene benzemekle beraber, hiçbir zaman aynı kaliteye ulaşamamıştır. Daha sonraları Sultan III. Ahmed döneminden itibaren Avrupa porselenleri Osmanlı sarayında, diplomatik hediye, sipariş ve satın alma yolu ile yerini almaya başlar. Yüzyıllar boyunca Osmanlı sarayı ve çevresi tarafından bir statü sembolü olarak görülen Çin porselenlerine olan ilgi 1700’lerde Avrupa’da porselenin tekrar keşfi ile Meissen 'de yapılmaya başlanmasıyla bu sefer ilgi daha yakın olan Avrupa'ya bırakır yerini. Önceleri sultanların ve devlet ileri gelenlerinin sofralarını ve saraylarını süslemiş olan kıymetli porselenler zamanla Osmanlı zevk ve beğenisi doğrultusunda gülabdan, buhurdan, leğen-ibrik, kahve fincanı gibi bu yeni Osmanlı pazarına özgü türler üretilmeye başlandı. 
Osmanlılar için ''Türk kabı'' adı verilen, Osmanlı beğenisine ve kültürüne uygun kahve fincanı, kapaklı sahan, leğen-ibrik gibi porselen kap-kaçak türlerinin üretimine başlandı. Osmanlı sarayı kahve serisinin vazgeçilmez parçaları olan gülabdan ve buhurdanıyla dikkat çeker. Odaya güzel koku vermek için kullanılan buhurdan ve gülabdanın bir başka işleve daha hizmet ettiği, gülabdanların kahve servisinde, kahveye ayrı bir lezzet vermesi ve kahve fincanına bir damla gül suyu damlatmak suretiyle telvenin dibe çökmesini sağlamak amacıyla kullanıldığını Sultan Abdülmecid’in torunundan öğrenmekteyiz. Kulplu kahve fincanlarının yerine Osmanlı sarayı ve çevresinin, İstanbul zenginlerinin ihtiyacını karşılamak üzere Meisse’e özel kahve fincanı siparişleri verildiği bilinmektedir. Osmanlı topraklarına.Viyana'da ''Türk kapları''için dönemin ressamları süsleme yaparlar.O zamana ve Osmanlı'ya özel kulpsuz ve tabaksız kahve fincanları, altın, gümüş veya tombak bir zarf içine oturtularak kahve içiminde kullanılır.Avrupa’daki doğu severlik (Oryontofil) Osmanlı’ya duyduğu büyük meraka cevap olarak özellikle Fransa şatolarında kendini gösterir. Konuk ağırlama odalarından birini Osmanlı zevkleriyle dekore etmek artık kaçınılmaz bir şekilde moda oldu. Bunun yanında misafirler ve ev sahibi doğu kostümlerini giyip Türk kahvesi yudumlamaya başlarlar.Sosyetenin kaçınılmaz yeni zevkleri arasına girmiştir ''Oryontofil'' eğilimler.
Sarayda Sultan Abdülmecid'den itibaren masada yemek yemeye başlandığı ve çatal, bıçak kullanıldığı bilinir. İlk defa yurtdışına seyahate çıkan Osmanlı sultanı olan Abdülaziz’in III. Napolyon’u ziyaret için gittiği Paris’teki uluslararası sergiden Sevres ve Paris mamulatı porselen sofra takımları aldığı bilinmektedir.
XV. Louis'nin gözdesi Madame de Pompadour'un, Sevres fabrikasına vermiş olduğu siparişler büyük bir özenle üretilmiş, renkleri, dekorları ve biçimleri ile çok özel olan bu objeler Fransız porselen sanatında Mme.Pompadour modasının doğmasına neden oldu. 
Günümüzde ise özel koleksiyonlarda ve müzayedelerde karşımıza çıkan değerinden hiç bir zaman ödün vermeyen porselenleri, Paşabahçe Butik’te de görmek antika alamayan herkesi sevindiriyor.Aksesuarsız çıplak olan evlerimizin tablolarla beraber daha şık olmasında bizlere yardımcı olan porselenleri, gümüşlüklerimizde, devasa boyuttaki orta sehpalarımızda, birer ikişer kullanmak şık duruyor. Antika tabaklarımızı grup halinde duvara asmak ise en az kıymetli tablolarımız kadar çarpıcı olarak çoktan duvarda yerlerini almaya başladı bile.
07 Aralık 2005

arties.003

arties.003
art.number.003 kilim üzeri akrilik 80*120cm.

arties.009

arties.009
art.today.009 kumaş üzeri akrilik 90*110cm.

Sonbahara girerken yaşantımızda toprak tonları.

Goethe kendisini gerçekten tanısaydı kaçacağını söylemişti, buna karşın hepimiz kendimizi iyi tanımak konusunda sonsuz merak içindeyiz. İlk bakışta tanıştığımız kişi ile ilgili ön yargılarımızın ne kadar doğru olduğu tartışılması gereken bir konu da olsa; aslen farkında olsak da olmasak da g
Batıdaki dekorasyon anlayışı gitgide doğu mistizmine kayarken, kişiye özel yapılan dekorasyonlarda insana dair ipuçlarını astroloji haritaları, feng-shi ve elementler yardımıyla bulmak daha memnun edici sonuçlara ulaştırıyor biz içmimarları. Kimi zaman da Şamanlar yardımıyla mekandaki negatif enerjiyi uzaklaştırmaya kadar uzanan arayışlara inanan dekorasyon tutkunlarını peşinden sürüklüyor. Bu anlayışla birlikte yaz sonuna geldiğimiz şu günlerde pastırma yazı diye de ekleyebileceğimiz beşinci mevsimimiz, Doğu felsefesine göre toprak rengi kahverengi ile sembolize ediliyor. Bizi basitçe yeryüzündeki beş element -su, metal, toprak, ateş ve ağaç - ile anlatan doğu felsefesi gibi astroloji de dört elementle- su, toprak, ateş ve hava- ile bizleri simgelemeyi seviyor. Doğumumuzun gerçekleştiği an gezegenlerin duruşu ile belirlenmiş ve her burca karşılık gelen elementlerle oluşan doğum haritamızla karakterimiz şifreleniyor.Acaba kaderinizin o saniyelerde yazıldığını hissedebiliyor musunuz? Hepimizin bildiği on iki burç da bu dört ana elementlere ayrılmış. Toprak elementini simgeleyen başak ,boğa ve oğlak burçları günün birinde pratik ve güvenli hareketleri ile karşımıza çıkıveriyorlar. Bazılarımız pek uçarı olurken toprak insanlarının ayaklarını yerden kesmemiz epeyce zor oluyor.Gökyüzündeki gezegenler yerlerini değiştire dururken, ayın her hareketi ile okyanustaki gelgitler gibi duyguları alabora olan balıklara nazaran başak burçları mantıklı kararları ile evrendeki herkesi şaşırtmaya devam ediyorlar.
Bazı varoluş teorileri insanın topraktan var olduğu inancını savunur. Yeryüzündeki her şey topraktan gelir, topraktan beslenir ve sonuçta tekrar toprağa geri döner. Bizleri beş elemente ayıran Doğu felsefesine göre ise toprak insanı, en verici ve en bağışlayıcıdır.Farklı insanların birbirleriyle ilişki kurmasını sağlamanın öncelikli gereğini içgüdüsel olarak bilirler. Bu nedenle toprak elementi ile simgelenen insanların evleri daima herkese açıktır. İçlerindeki konukları rahat ettirme gereksinimini huzurlu ve konforlu bir ortam yaratmakta bulurlar. Bununla birlikte toprak insanları alçak , büyük ,ağır ve rahat eşyaları yeğlerler.Küçük ve modern koltuklar, iskemleler,portatif masalar,mini fırınlar ,küçük tencereler onlar için değildir. Koltuk ve kanepeleri yumuşak ve büyük minderlerle süslüdür genellikle. Rustik eşyalarla döşenmiş bir ev, tam da onların zevkine uygundur.Yemeği ve yedirmeyi seven toprak insanları, evlerine çok sayıda masa ve sehpa alır.Evlerinde en sevdikleri yer mutfak olması şaşırtıcı değildir.Sarının iştah açan özelliğinden dolayı mutfak için bu rengi tercih ederler.Mutfak için çok uygun olan sarı rengin kullanılmasının doğru olmadığı yerler ise , çalışma odalarıdır.Beyin üzerindeki etkilerinden dolayı ,sarı renk bazı zihinsel karışıklıklara sebep olabilir.Dinlenme amaçlı olan oturma odaları ile yatak odalarında tercih edilmeme nedeni de budur.Toprak insanlarının bir başka özelliği ise tutuculuklarıdır. Sahip oldukları her şeye gönülden bağlıdırlar. Koleksiyoncular genellikle toprak insanlarından çıkar.Müzayedelerde sıkça karşılaşabilirsiniz onlarla. Ev değiştirmekten hiç hoşlanmazlar.Alışkın oldukları evi terk etmeleri de onlara çok zor gelir.Toprağın rengi olan kahverengi ise kendi üzerinde bağlılıkla ilgili nitelikler taşır.Kırmızı ve siyahtan elde edilmiş olması iki renginde özelliklerini taşımasını sağlar.Kırmızının bize verdiği dışa dönüklük ile siyahın bilinmeyene ve gizemli olgulara ilişkin kudretini bünyesinde taşıyan kahverengi bizlere otorite ve güven hissi verir.Kahverengi giymek bizlere bir yere bağlı olmayı ve gelecek için sağlam ilişkiler kurma isteğini gösterir.Bu rengi tercih ediyorsanız ailenize , işinize ve arkadaşlarınıza bağlısınız demektir. İnsanlar bu rengin pozitif etkisiyle gerçekçi bir kişilik geliştirebilirler.Negatif etkisi ise güvensiz ve değişken bir yapı ortaya çıkarır. Kahverengi tonu insanlarda düzen ve sebat duygularını harekete geçirir.Bu renkten hoşlananlar büyük bir rahatlıkla olayların temeline inebilir ve pratik çözümler üretebilirler.
Çehov’a göre bir sabun köpüğü olan hayatımızda ön görülemeyen büyük tesadüfler nerede hangi köşe başında bizleri bekliyor diye meraklansak da, sırlarla sarılmış gerçeklerin ardından ölümlü olma korkumuzu maskelemek adına türlü dansta kendimizi hızla dönerken bulacağız.
07 Eylül 2005

arties.003detail

arties.003detail
art.number003detail

Modası geçsede demode olmayan akım; MİNİMALİZM

Minimum malzemeyle yalın ve işlevselliğin doğuşu… Minimalizm yer yer kubizmle birleşse de geleneksel ev dekorasyonundaki yalınlık ve gerçek değerlerden çıkan güzelliğe sahip çıkışı ile stil zamansız olmaya oynuyor
Amerika'da 1960'lı ve 1970'li yıllarda etkili olan Minimalizm, sanatsal biçimin aşırı yalınlığını savunulur. Minimalizm terimi, ilk kez 1965 yılında Richard Wolheim tarafından kullanıldı. Terim, sanatın biçimlerini, özellikle de müzik ve görsel sanatları nitelemenin yanında Samuel Beckett'nin oyunları ya da Robert Bresson'un filmleri için de kullanılır. Barok ya da modern kelimelerinin zamanla aldığı gibi bir haldir minimal(izm). Hepsi minimal sanat ürünleri vermiş olan pek çok sanatçı, zamanında kendilerini -henüz ortada minimalizm yokken- farklı isteklerle anlamlandırmışlardır. Malevich - süprematist, Mies Van Der Rohe - modernist, Corbusier – püristtir o zamanlar. Bauhaus ekolü devamı biçiminde sayılabilecek, ancak sonrasında post-modern sanat anlayışı içinde değerlendirilebilecek sanat akımı olacaktır.
Rönesans'taki aydınlanmadan sonra üretim şeklindeki değişim ve teknik gelişmeler, endüstri devrimini ortaya çıkartır. İnsanın çevresiyle kurduğu ilişkilerdeki değişim sonucu ‘’Neon’’lar dönemi başlar. Endüstri ve makineyle yeni tanışan insan, savaştan sonra yeni bir dünya düzeni ve gerçeklik kurmak zorundadır. Modernizmin ortaya çıkışı, aslında bu bunalımlı ve karmaşık dönemin sonucudur. Dadaizm de "her şey anlamsız", sürrealizmde "anlamsız gerçek" olur Amerikanın zenginleşip sanat ortamına yatırım yaptığı dönemlerde sanat sorgulanmaya başlanır. Algılama sınırlarını sorgulamak adına sanat kavramını estetikten ayırmak isterler. Sanat; nesnenin ve sanatın alınan-satılan bir mal olması düşüncesini azaltmak için güçlü sanat kurumlarının varsayımlarını yıkmak isterler.
1960’ların sonunda bir grup genç sanatçı bu durumun dışında, günlük yaşantının içinden kopmak için toplumca kolayca anlamlandırılabilecek imgeleri kullanmaları gerektiği kararını alırlar. Gündelik olanı sanata sokmaya çalışırlar ve ortaya pop art çıkar. Artan teknolojinin yaratmaya başladığı sıkıcı kalabalık, hızla artan tüm oluşumlar karşısında toplumun yorulmaya başlaması dışavurumculuktan sonra Pop artı doğurmuştur.
Minimal Art görsel sanatta pop- art'tan sonra tüketim kültürüne dayalı olmayan yeni bir bakış açısı kazanmak aracıyla ortaya çıkar. Bir takım sanatçılar bu olaya bir alternatif ararken birden cismin nasıl süslü püslü veya çarpıcı olmasından çok, nerede nasıl duruyor, çevreyle ilişkisi nedir gibi şeyler tartışılmaya başlanır. Amaç izleyicinin kavram karmaşasını ortadan kaldırmaktır. Bu hızın yarattığı rahatsızlığa karşı doğudaki Budizm, zen kültürünün de etkisiyle Minimalizm toplum tarafından çok sevilir ve hızla kabullenilir. Sanat felsefeyle daha çok örtüşmeye başlar. Japon bayrağının yalın grafiği ulusal tasarım anlayışlarının simgesi gibidir. Yoğun tempo içindeki insanların evleri; tasarım, temizlik ve düzen olarak dış dünyadaki karmaşadan uzak kalmalıdır. Böylece Minimal Sanat resim ve heykel olarak kalamaz; yanlarına "mimariyi" de almış olur. Bir noktada sanatla mimarlık arasındaki ilişki de "bir zamanlar duvar ile kanvas arasında olan basit buluşmanın ötesine geçmiştir. Evlerin duvarlarına resim asmamak, resmi rulolar halinde saklamak, gerektiğinde açıp bakmak ev mekanında mekansal yanılsamaya yer vermeme, bir akım olarak ele almak yerine daha çok her alanda geçerli bir tavır olarak değerlendirmek mümkündür. Herhangi bir şeyin göründüğü gibi olması kuramını şiddetle savunur. Yanılsamaya yer vermemek, hatta bunu ahlaksızlık saymak, hiçbir şeye olduğundan başka ifade taşıtmamak stilin sıkı sıksıya bağlandığı prensiplerin başında gelir.
Minimalist heykelde malzeme değişime uğramaz ve kendi niteliğini olduğu gibi ortaya koyar. Yapıtın ilkel bir strüktüre indirgenmesi, yalınlığıyla heykel ilk bakışta okunabilmektedir. Minimalist sanatçıların çalışmalarında 3. boyuta geçme, gerçek mekanı kullanma isteği hissedilir. Minimalist resim birkaç sınırlı rengin kullanıldığı ve yalın bir geometrik tasarıma sahip olan, genellikle büyük monokrom renk alanları olarak karşımıza çıkar.
Tarih içinde sanatın yüzyıllarca birbirini izlemesi, endüstrileşmeyle farklı bir boyuta taşınmıştır.Sanatsal kabul edilmiş tüm metalar hızla yıkılır ve son yüzyılda sanat kavramı alt üst edilmiş olur.Tüm bu karmaşadan kaçmak bizleri evlerimizde minimalizme işte böyle sürükler...
31 Mayıs 2006

Bonbon renklerinde kristaller

Çağlar boyunca insanları etkileyen kristalin tılsımına karşılıksız inanmak - hatta bir mücevher olarak takma geleneğine batıl da olsa hala inanmaya devam ediyoruz. Afrika, Rusya, Avrupa ve Ortadoğu’da yer alan eski mezarlarda totem olarak kullanılan hayvan formlu eşyalara rastlanmış, ölen kişilerle gömüldüğünde onların gelecekteki yaşamlarına destek olduğuna inanılmış.Totemlerin üzerinde cennete ilişkin temaları canlandırmışlar. Bu sebeple kristal kutsallıkla özdeşleştirilmiş.
NANCY AZARBAD

Düğünlerde yere nazar için, siyah beyaz filmlerde şömineye hırsla fırlatılan kristal kadehler hayatımızın her anında elektriğimizi hafifletiveriyor. Kristal kadehlerle her göz göze geldiğimiz an; üzerindeki balık, çiçek desenleri, eğrelti otu, büyükayı yıldızıyla ilgili hikayeler bize dantelden masalları tekrar tekrar anlatıyor. Şu sıralar Christal Palace’da düzenlenen ''Winter Wonder '' sergisi sanat dünyasının başını döndürmeye yetiyor. Tord Boontje'nin, Ron Arad'ın, Ingo Mauer'in, Karim Rashid’in ve nice ünlü tasarımcıların Swarovski için kristal aydınlatma objelerini modern formatta yorumladıkları kristalden yapılan bu şiirsel kış görüntüsündeki sergi nisan ayında Innsbruck'ta sergilenmeye başlandı. Üç yıl sürecek olan sergi modern romantik ve organik sanatsal çağrışımları içeriyor.

Kristalin aslında bir adım öncesi; camın Avrupa’daki ilk yolculuğu Venedik’te başlıyor. Venedik’te kullanılmış olan cam teknolojisinin temelde Doğu Akdeniz camcılığının aynısı olduğu bilinmekte. Venedik camcılığının temel malzemesi Akdeniz kıyılarından elde edilen kum ile Suriye’den getirilen sodadır. Murano Adası, 1000 yıllık cam endüstrisi ve sanat tarihi müzesi gibidir. Venedik camcılığının tarihi, Venedik’in tarihi ile parallel olarak değerlendirilmelidir. Devletin yaşadığı politik ve ekonomik karanlık günler camcılığı yakından etkilemiş ve biçimlendirmiştir. Murano adasındaki camcılığı da etkileyip biçimlenmesine sebep olmuştur. Murano aileleri Orta Çağ’dan günümüze bu geleneğin en önemli temsilcileri olmuştur.

16. yüzyıl, Murano camcılığının altın yıllarıdır. Avrupalı zenginlerin hayatının olmazsa olmaz parçalarında ilk sırayı alır. Bu kıymetli bilgiye sahip oldukları için Venedikli camcıların dışarıya bilgi çıkartması kesinlikle yasaktı. Buna karşın yabancı camcıların önemli miktarda para karşılığında atölyelerde çalışması mümkün oluyordu. Kristalin bulunuşu sonrasında yabancı cam ustalarının bu atölyelerde çalışması ve cam ustalarının adayı terk etmesi yasaklanır. 17.yüzyıl itibariyle yavaş yavaş Almanya, Fransa, İsveç ve İngiltere’ye yayılmaya başladılar.

Murano camcılığında bütün ürünler el ile ve sınırlı sayıda üretilmekteydi. Camların en önemli özelliği kalıp kullanılmadan yapılmasıydı. Seri üretimin olmayışı orjinal ürünler elde edilmesiyle sonuçlanıyordu.

Avrupa’nın başka bir bölümünde, Bohemya’da, cam fabrikaları adını duyurmaya başladı.İlk fabrikalardan başlayarak üreticiler kendi aralarında değişik alanlarda uzmanlaşmaya başladılar.Bazı fabrikalar sadece cam üretirken, bazıları ise ünlü sanatçılarla çalışarak bu camları işleyip değerlendiriyorlardı.Geleneksel müşterilerinin arasında Osmanlı İmparatorluğu da bulunmaktaydı. Bohemya camcılığının 1700’lü yıllardaki en önemli ürünleri kesme kristallerdir. Çek Cumhuriyeti’nde, önemli bir kaplıca merkezi olan Karlsbad’da en usta cam kesme ve gravür ustalarının sağlık kazanmak için şehre gelmesiyle hız kazanır.Bunun sebebi sağlık sularının içileceği bardaklar çok ustaca süslenmesinin gerekli bulunuşudur. Cam ustası Ludwig Moser 1857’de Karlsbad’da cam dekor atölyesi kurarak işe başlar.Bir çok ünlü sanatçıyı yanına almasıyla sanat ve ticarette başarılar elde eder.Avrupa’daki krallık saraylarının özel siparişlerini de alarak işi geliştirir.Camda en iyi kaliteye ulaşır ve dünya çapında bir satış ağı kurmayı başarır.

Moser’in en önemli özelliklerinden biri gravürlü kesilmesi diğeri de emay boyalarla dekorlanmış olmasıdır. Cam üzerine yine bir tür renkli cam olan emay tabakası sürüp yüksek ısılarda pişirilerek gerçekleştirilen bu teknik oldukça eski bir uygulamadır.Ancak Moser’in bu alandaki en önemli aşaması bu işlem sırasında altın kullanmasıdır. Renklerin kristalle ilk buluşması başlamış olur.

Bonbon renginde evlerimizin içinde bu renkli kadehler ile misafirleri ağırlamak, ellerimizin arasından yansıyan ışığın rengiyle büyülenmek istiyoruz. Yansıyan ışık gibi sevdiğimiz mekanlarda bazen soft bir hava istiyor canımız, bazen de capcanlı renkleri yakıştırıyoruz bonbon evlerimize-kendimize. Yaşadığımız mekanlarda kişiliğimizi yansıtan renkler bunlar. Bu alanlarda küçük değişiklere ihtiyaç duyduğumuz an aklımıza ilk renklerle oynamak geliyor. Işık oyunlarıyla dans eden renkler arasında biraz sihir biraz sanatla başucu hikayeleri yazıyoruz. Bu başucu hikayeleri yatak odalarından salonlara taşınıyor.Kullanımı antik çağlara kadar uzanan, Avrupa'da Neoklasizm ile eski popülaritesine tekrar kavuşan ‘daybed’ler ya da dinlenme koltukları günümüzde en sık kullanılan mobilyalardan oluveriyor. Tıpkı bir peri masalında olduğu gibi…

06 Şubat 2007

arties.011 SOLD OUT

arties.011 SOLD OUT
art.number.011 kumaş üzeri akrilik 95*150cm.

arties.008 SOLD OUT

arties.008 SOLD OUT
art.number.008 ipek kumaş üzeri yağlıboya 20*40cm.

arties016

arties016
art.number016 kumaş üzeri akrilik 140*220cm.

arties.006

arties.006
art.number.006 kumaş üzeri akrilik 90*155cm.

arties.006detail

arties.006detail
art.number006detail

Evlerimizde TULİPOMANİA; lale çılgınlığı modası

17. yüzyılda Avrupa’da, “Tulipomania”, (lâle çılgınlığı) modasının sebebi, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli simgelerinden birisi olan ve bir devre adını veren laleler, onlara evlerimizde yer açmaya başlamamızla birlikte modaya dönüşerek yüzyıllar sonra tekrar hayat buluyor.

Lâle Devri'nden bir asır önce, Avrupa'da 1620- 1635 yılları arasında yaşanan “Tulipomania” (lâle çılgınlığı) modası, lâle fiyatlarının olağanüstü bir şekilde tırmanmasına, kadınların değerli mücevherler yerine boyunlarına lâleler asmalarına neden olmuştur. Bu dönemde, lâle merakı ile İstanbul'a gelen yabancılar, şehirden bir hayli etkilenmiş ve hayran kalmışlardır. Miss Julia Parabe adındaki bir İngiliz kadın, İstanbul'un o yeşilliğe ve çiçeğe boğulmuş sokaklarını, evlerini, yalılarını görünce hayretler içinde kalmış ve "Keşke Shakespeare, Romeo ve Juliet'in bahçe sahnesini yazmadan önce Boğaziçi'ni görmüş olsaydı" demiş.

Lâle zambakgiller familyasından, yaprakları uzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte, alacalı bir süs bitkisidir. Lâlenin Türkistan'ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip, Bulgar Türkleriyle İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint'e, Selçuklularla İran'a ve Anadolu'ya geldiği savunulur. Yabani olarak Akdeniz'in kuzey kıyılarında ve Japonya'da da rastlanan laleler, evlerimizde yer vermeye başlamamızla birlikte lale modasının oluşumundan yüzyıllar sonra günümüzde tekrar hayat buluyor. Modern açık renklerde, beyazdan ekruya- kum rengine kadar giden renk skalamızdan seçtiğimiz renklerle dekorasyonumuza eklediğimiz aksesuarlar, renk katması amacıyla koyduğumuz Vakko’nun lale motifli panoları ve Kütahya çinileri ile evlerimizi canlandırıyoruz. Ayrıca Sadrazam İbrahim Paşa’nın bile kendi elleriyle lâle yetiştirdiği Lale Devri’ne gönderme yaparcasına salonumuzdaki orta sehpamızın üzerine, yavaş yavaş démodé olmaya aday orkidelerimizin yerine, zarif lale vazolarımızı yerleştirmeye başlıyoruz.

Lâlenin, Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile yazıldığında, Allah kelimesindeki bütün harfleri kapsamasından ileri gelir. Harflerin karşılığı sayıların hesabına dayanan "ebced" usulüne göre de "Allah" kelimesi ile "lâle" kelimesinin aynı rakama eş değer olması, "yaratıcı"nın yarattıklarında tecelli etmesi düşüncesinden hareketle derin bir heyecan uyandırmıştır. Lâle, Arap harfleri ile yazılır ve tersinden okunduğunda Hilal - Ay olur; Hilal veya Ay da Osmanlı İmparatorluğu’nun amblemidir. Günümüzde evlerimizde en kıymetli yerde duracak şekliyle Ebru fonunun üstünde duran lale figürünün yanında hat levha ile duvarlarımızda endam eder.

19. yy'da yaşamış Charles Mackay'ın "Halk Arasındaki Olağanüstü Hezeyanlar ve kitlesel çılgınlıklar" adlı kitabında Lale Devri’ndeki şenliklerin önemli bir bölümünü bugün Çırağan Sarayı’nın bulunduğu arazide fener alaylarının düzenlendiğini, bu fener alayları yüzünden semtin adının "Işık saçan" anlamına gelen "Çırağan" kaldığını yazar. Büyüklü, küçüklü, özellikle pencere önüne dizdiğimiz yandıklarında bizi geçmişe götüren dekoratif mumlarla donatıyoruz evlerimizi. Kağıthane Deresi civarında gece düzenlenen eğlencelerde kaplumbağaların kabuklarına koyulan mumlar seyredilirken, Avrupa, Regence devrinin Paris ve Versailles'daki ihtişamını yaşamaktadır. İleriki tarihlerde Versailles Sarayı örnek alınarak yapılan Sâdâbâd Kasrı o dönemde kötü bir talih sonucu, Patrona Halil Ayaklanması’yla isyancılar tarafından yıkılacaktır.

Lâle motif olarak kumaşlarda da karşımıza çıkıyor. II. Süleyman'ın, Yavuz Sultan Selim’in, III. Murat' ın yalnızca lâle motifi kullanılmış kaftanlarından farklı olarak sandalye döşemelerinde yer alan lale motifli kumaşlar, coco halıların üzerinde, diğer lale motifli halılar da modern mobilyalara zıtlık oluştururcasına dekorasyona meydan okuyor. Banyolarda beyaz yağlıboya duvarların üçte birlik kısmının yerdöşemesiyle birleşen ve devam eden görünümü Vitra’nın Osmanlı hamamlarına yaptığı göndermeleri evlerimizde banyolarımızda görmek, yalın çizgisi ile bize her mekânda huzur vermeye devam ediyor.

Osmanlı’da İstanbul bahçelerinin vazgeçilmez çiçeği olarak lale, gül, karanfil ve zerrin gibi çiçekler yetiştirilmiştir. Zaman zaman laleyi gül ile boy ölçüşür şekilde buluruz. Gülün kullanıldığı yerlerde kullanılır. Lale bir döneme ismini verirken, gül kendi kudretini İngiltere'de iki bölge arasında 1455- 1485 yılları arasında sürmüş 30 Yıl Savaşı’nda gösterir. Hiç bir zaman savaşla biraraya getirilmeyecek bir çiçeğin adı verilir tarihe; Güllerin Savaşı.. Savaş, York Hanedanlığı’nın beyaz, Lancester Hanedanlığı’nın ise yakalarına kırmızı gül takarak savaştıkları için bu adla anılır. Hanedanlık üzerinde hak iddia etmeye dayanan bu savaş, üzerine tarihte sanat ve edebiyat eserine kaynak oluşturur.

Lâle aşığı Fransız yazar Aleksandre Dumas'ın, 1850 yılında yazdığı, la Tulipe Noire; Siyah Lâle adlı romanında; siyah lâle yetiştirmek isteyen, kahramanları gerçek hayattan seçilmiş iki kişi arasındaki inanılmaz olaylar anlatılır. Aynı romandaki tavrı gibi lale de bir döneme adını damgalamaya cüret edecek kadar çılgın bir çiçektir. Lale floral tavırlarıyla evlerimizde yerini bulurken, köşesinde tüm zerafeti ve umursamaz tavrıyla bize göz kırpar…

yayinlandigi tarih ; 16 Ocak 2008

Dekorasyonda Dr.Jekyll ve Mr Hyde esintileri

Dr. Jeykl ve Mr. Hyde Robert Louis Stevenson`un yazdığı, bir adamın içindeki kötüyle kavgasını anlatan hikaye Giovanni Scognamillo`nun deyimiyle ruhbilimsel korku edebiyatının başyapıtlarından sayılan, zaman içinde hepimizin bildiği bir klasik olup çıkmıştır. Hepimizin içinde biraz iyi biraz kötü dünya tozları
Şakayıkların renkleri mi evlerimizi süslemeli kaktüslerle modernizmi mi takip etmeliyiz. Ruhumuz bir kere yapıp uzun süre kullanacağımız evlerde böyle gelgitlerle sarsılırken evlerimiz şekillenmeye başlar. Hayatın hep içinde olduğu Dr.Jekyll ve Hyde ile insanı baz alarak evrenin iyi ve kötü yanları anlatılır romanda.Oysa Stevenson’un iyi ve kötü adamları, bir kişilik bölünmesi metaforundan başka bir şey değildir. Bu fantastik hikaye sisli bir Londra sabahında, garip ve ürkütücü görünüşlü bir adamın küçük bir çocuğa çarpması ile başlar. Mr.Hyde ile tanışırız. İnsan kişiliğinin iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrıldığını düşünen Dr. Jeykl, laboratuarında yaptığı bir iksirle, bastırılmış diğer benliğini özgürlüğe kavuşturmuştur. Böylelikle zaman zaman değişim geçirerek -kötü- Hyde kimliğine bürünebilmektedir. Ancak her seferinde -ilacın etkisi geçtiğinde- yeniden iyi yanı, yani Dr. Jeykl’a galip gelmektedir. Bu Hyde’ın Jekyll’dan nefret etmesine neden olur ve geri gönderilmeye direnmeye başlar. Giderek Hyde’ın Jekyll’a üstün gelmeye başlaması ve Jekyll’ı yok etme aşamasına gelmesi, cinayetlerin vicdanı rahatsızlığını çeken Jekyll’ı intihara götürür. Sona gelindiğinde, Jekyll’ın geride bıraktığı mektup aracılığıyla kitaptaki bilinmezleri çözebiliriz. Kötülük yok edilmiştir, ama artık ne Jekyll ne de Hyde vardır... Hikaye harikulade bir güzellik taşıyan şu son sözlerle son bulur "Öyleyse işte burada kalemimi bıraktığım ve yazımı zarfa kapadığım bu anda, zavallı Harry Jekyll'ın yaşamına son veriyorum." 
Eşinin yazmış olduğu bir mektupta; Robert Louis Stevenson'un bu kitabı başlarda eğlenmek amacıyla yazdığı ve bitirdikten sonra da yakmaya karar verdiğinden bahsetmiştir... Stevenson daha sonradan kitap hakkındaki fikrini değiştirmiş ve üç gün içerisinde yeniden gözden geçirerek şimdiki haline getirmiş... Ailenin tek çocuğu olan Stevenson, zayıf bünyesinden dolayı hep sağlık sorunları yaşamış dindar bir ailenin kızı olan annesinin etkisiyle, ilk eğitiminde dinsel yanı ağır basar. Günah ve cehennem korkuları ile kaplanmış çocukluk hayalleri. Belki de “Dr. Jeykl and Mr.Hyde”, bu yılların izlerini taşımaktadır. Romanı okumayanlar bile beyaz perdeye defalarca yansıyan görüntülerinden “Dr. Jeykl and Mr.Hyde”ın konusuna aşinadırlar. Fight Club Frankenstein, Mask gibi çoğu filmi etkisi altına almıştır. Pek çok insanda Mr hyde olma güdüsü vardır. Çizgi filmi dahil birçok versiyonu çekilen sessiz sinema günlerinden beri yönetmenlerin ilgisini çeken bu fantastik romanın 30’ a yakın versiyonu ile sinema tarihinde karşılaşırız. En popüler Dr. Jeykl and Mr. Hyde lar; 1941 senesinde çekilen Spenser Tracy, 1962 Jerry Lewis’in oynadığı versiyonlarıdır. 1973’te müzikalinde oynayan Kirk Douglas’tan sonra 1989’da Edge of Sanity de Anthony Perkins ile çekildi. Julia Roberts “As Irish servant to Jekyll” da oynadığı hikayede Dr. Jeykl'in hizmetçisinin gözünden bakan Mary Reilly canlandırdı. 
Şimdi de dekorasyondaki çelişkilerin sonucu olarak okuduğunuz romanın içinden ruhunuza girerek sizi içten dürten ve gizemli bir havası olan kahramanlarının dekorasyondaki etkilerine bakalım. 
Dr. Dr. Jeykl; aşırı ciddi, Monokrom ya da maskülen olan her şey.
Mr. Hyde; kasvetli ve sıkıcı renkler.
Dr. Jeykl; Vintage Minderler
Antika Pakistan yorganlarından yapılmış birkaç büyük minderle odanıza derinlik katın.
Mr. Hyde; New Antic
Yeniden yorumlanan Baroque tasarımlar.
Marcel Wanders ın Capellini için tasarladığı son mucizesi.
www.marcelwanders.com
Dr. Jeykl; Kişilikli Avizeler
Banyonuza avize asmaya ne dersiniz?
Mesela amber rengi mini abajur şapkalı olan Donghia ideal bir seçim. www.donghia.com
Mr. Hyde; Siyah ayaklı lamba
Özellikle Habitat Paloma modeli.
Her zaman lamba ışığından iyidir.
Dr. Jeykl; Şampanya
Su bardağında içmek.
Mr. Hyde; Servis takımları
Tord Boontje tasarımı boynuzlu hayvan figürleri olan yemek takımları www.tordboontje.com 
Dr. Jeykl; Şakayıklar
Sonbaharda bronz rengine bürünen Uzakdoğu kültüründe önemli bir yere sahip olan şakayıklar.
Mr. Hyde; Kaktüs 
Dikenli ve vahşi görünümü, onlarca farklı türüyle tekrar evlerdeki yerini alıyor..
Dr. Jeykl; Şeffaf Şamdanlar
Zarif cam şamdanların içine uzun beyaz mumlar yerleştirin. Daha belirgin bir görünüm için üç farklı boyda şamdanı bir arada kullanın
Mr. Hyde; One Minetu Sculpture 
Kendiniz bile yapabilirsiniz.
30 Ağustos 2006

ATEŞTEN AÇAN ÇİÇEKLER; antika porselenler nasıl ve neye gore seçilmeli

Bir parçanın antika olup olmadığını anlamamız için en azından yapıldığı dönemin tarihi ve sanatsal özelliklerini incelemeniz gerekir. Bu özellikleri taşıyan parçaları antika olarak tanımlıyoruz.


Fiyatı belirleyen en önemli etkenlere baktığımızda otantikliği (gerçekliği), kimliği, eserin hasarlı olup olmadığı porselenin altındaki çentik size bu konuda ipucu verecektir.Ve en son olarak esere olan talep size bilgi verecektir. Müzayedeler evlerde veya Zincirlihan Bedestenlerinden günümüze otel salonlarına taşındı. Özellikle müzayede kitapçıklarının kalınlaşması bize antikaya ilginin gün geçtikçe arttığının işaretlerini oluşturuyor.
İlk olarak Çin’de üretilen porselenlere bazı kaynaklara göre Afrika ve Asya da beyaz saydam olan deniz salyangozunun Portekizcedeki adı verilmiş. Bir dönem para olarak bile kullanılmış. Çinliler uzun süre sırlarını saklı tutmalarına rağmen Batıdaki büyük ilgi pahalı olan porselenin sırrını bulmaya itmiş nice kralları ve prensleri. Porseleni Çin’den Avrupa’ya Marc O’Polo nun getirdiği söylenir. Hükümdarlar için statü sembolü olan porselen tabakların raflara dizilmesi Rönesans döneminden gelir. Düklerin evlerinde porselen dolaplarına dizildiler uzunca bir süre. Avrupa’da 16. yüzyılda Rönesansın çıkış yeri olan İtalya’da Medici ailesi ilk porselen benzerini ürettiler. 3 sene boyunca Floransa gelirinin yarısı bu icada ayrıldı. Sonunda Faience kentinde şimdi fayans tabir ettiğimiz ilk üretim yapıldı. O tarihten 200 sene önce Osmanlı İznik çinilerini bulmuş, sağlamlığı nedeniyle camii ve sarayların iç duvarlarında kullanıyordu. Osmanlı bu kesfi o yuzyıllar icin yeterli bulur. Saksonya prensi August un porselene olan büyük ilgisi 40 bin adet Çin ve Japon koleksiyonuna sahip olmasına ve ilk porselen fabrikasını kurmasına sebep olacaktır. Prensin bu büyük tutkusu Meissen yakınlarında bir simyacısının altın bulmaya çalışırken porselenin sırrını buluşuyla ilk porseleni imal ederler. Avrupa’daki tek sırrı bilmesi çalışanları sarayda hapis tutmasına sebep olur. Bu büyük bilgiye sahip olanların bazıları kaçarak Viyana’ya giderler ve Viyana Porselen Fabrikası’nı kurarak zengin olurlar. Porselenin Avrupa’daki hikayesi böyle başlar.
Porselende de markanın önemi büyüktür; Zsolnay, Herend, Sevres, Royal Copenhagen, Haviland&Co, Meissen, Jacob Petit, Samson firmalarını sayabiliriz. Markadan dolayı damga ile tanınırlar. İlk Meissenler damgasız üretilir. Daha sonra markalar anlamı olmayan Çin motiflerine benzetilir. İyice kendilerine güvendiklerinde Sakson kılıcı ile ilk damga ortaya çıkar. Saksonya’nın simgesi olan sadece törenlerde görülen barış sembolü olan kılıçlar Meissenlerin sembolü olur. Ayrıca Kral Augustus’un ‘’AR’’ damgası 1880 de yasaklanana dek görülür. Firma; Osmanlı önemli bir müşterisi olduğu için ve damgayı haça benzettiği için merkür asası veya uçurtma motifi ile üretmeye başlar. Zaman içerisinde porselenler renklenmeye başlar. Demir kırmızısı, Napoli sarısı, bakır yeşili, altın pembesi gibi renkleri görmeye başlarız. Haliyle satılan porselenlerde bardağın altındaki tek çentik az defolu olduğunu bu çentikler üçe çıktığında da iskarta olduğunun işaretlerini alırız. Osmanlı da ise Abdülhamit; porselenleri Yıldız Porselen Fabrikasında Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı gibi dönemin ünlü ressamları ile dekore eder. Viyana Porselen Fabrikası Türklerin arı kovanı veya sepet olarak tabir ettikleri damgayı kullanırlar. İngilizler kemik tozu ile Bonne China’yı ve serigrafi tekniği ile seri üretime girerek pazarda hızla yer edinirler. İlk olarak Wedgwood mat fon üzerine bisküi tekniği ile beyaz porselenleri keşfeder. Diğer firmalar rekabete ayak uydurmakta zorlanırlar. Bundan önce porselen fabrikalarını kuran krallar ve prensler için üretim maaliyeti hep ikinci planda idi. Böylece İmparatorluk Çin’inde BleueBlanc modasından önce sadece üç renk olan porselenler Avrupa’da uzun bir yol almıştır. Sanatın ve Budizm’in etkilerinin görüldüğü, malzeme ve ruhun yardımıyla yeni bir ürüne dönüştürerek var olan porselenin sarı renkte olanlarını imparator kullanırken, porselenin üvey kardeşi olan Seledon’u Osmanlı padişahları yemekteki zehiri renk değiştirmesi ile belli eden tabaklarında kullanmışlardır. Avrupa’da bir temsilde yeşil ve mavi renkli kıyafetinden dolayı çoban Seledon’un ismini takmışlardı bu malzemeye. Osmanlıdaki adı ise; Zeytuni’dir. Evlerimizde modern mobilyalarımızla beraber yer alan koleksiyon niteliğinde ki bu antika parçaların iyi birer yatırım aracı olmaları da değerlerini bizler için mutluluk verici kılıyor.
24 Ocak 2007

arties.018

art.number018 kumaş üzeri yağlıboya50*70cm
unfinished work

arties019 SOLD OUT

arties019 SOLD OUT
art.number019 tuval üzeri yağlıboya 20*20cm.

arties.019detail

arties.019detail
art.number019detail

arties026

arties026
art.number026 kumaş üzerine yaglıboya 43*47cm.

arties026detail

arties026detail
art.number.026detail

arties027 SOLD OUT

arties027 SOLD OUT
art.number027 kumaş üzeri yağlıboya 42*47cm.